- “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” en çok bilinen Hadis’i Şerif ile başlayalım. Link verdiğim sitede 40 adet müslümanlara merhameti emreden Hadis’i Şerif bulunmaktadır.
Allah Teala bizden kullarına merhamet istiyor ki, bize de merhamet etsin.
https://www.fikriyat.com/galeri/islam/hz-peygamberin-merhamet-ile-ilgili-40-hadisi/2 - Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor. ŞURA SURESİ 30. AYET
Affetmek merhamet etmekten doğar. Merhamet etmeyen affedemez. Affetmeliyiz. Çünkü çoğu musibet, kendi yapıp ettiğimiz günahların kendimize dönüşü nedeniyledir. Hem problemin kaynağıyız, hem sonucu.
Kime kızacağız? Kimden hak talep edeceğiz?
SU KIRBASINI DELEN ÇOCUK:
istanbul’un Vefa semtide Hazreti Fatih devri meşayihlerinden Şeyh Vefa Hazretleri ve O’nun bir oğlu vardı. Bu çocuk o zaman henüz İstanbul’a çeşmeler yapılmadığı için evlere hayvan sırtında su taşıyan sakaların kırbalarını (tulum) delerdi. Şeyh Vefa Hazretlerinin çocuğu bu kötü hareketini uzun zaman devam ettirdiği halde, sucular Şeyhin hatırına çocuğa bir şey demedikleri gibi, durumu Hazreti Şeyhe bile anlatmaya hicap (utanma) etmişlerdi.
Sakalardan (Sucu) bir tanesi artık dayanamayıp durumu, Şeyh Vefa Hazret’lerine anlatmaya karar verdi. Şeyhin huzuruna gelerek:
— Ya Şeyh! Ne zamandan beri sizin çocuk, bizim kırbalarımızı elindeki çivi ile delmekte ve akan suları ağzını dayayıp içmektedir. Biz bu zamana kadar bir şey söylemedik ama artık dayanılmaz oldu, siz bir tenbihte bulunsanız’da çocuk bu halinden vazgeçse, dedi.
Oğlunun böyle çirkin bir iş yaptığını öğrenen Şeyh Vefa Hazretleri, çok üzüldü, ne kadar kırbası delinen sucu varsa hepsini çağırıp tanzim etti (ödedi) ve gönüllerini alarak: “Bir daha olmaz inşaallah, suç çocukta değil, mutlaka bizdedir. Ya anası bir hata işledi, yahut bende bir kabahat vardır” diyerek sucuları gönderdikten sonra, hanımını çağırıp meseleyi anlattı:
— Hanım kabahat ya sende, ya bende... İyi düşün, çocuğa hamile iken veya emzikli iken, haram bir şey, yedin mi?” Diye sordu.
Şeyhin hanımı gayr-i meşru hiç bir şeyi yemediğini yalnız, çocuğa hamile iken komşunun bahçesindeki nardan canı çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini söyleyince Şeyh sevindi: “Elhamdülillah hastalık teşhis edildi” diyerek gidip komşudan helâllik dilemesini ve ne isterse vermesini söyledi. Kadın gitti evin kadınını buldu, durumu anlatıp hakkını helâl etmesini rica etti.
Narın sahibi:
— Helâl olsun komşu, bir damla nar suyunun ne kıymeti olur, keşke koparıp yeseydin, diyerek hakkını helâl etti.
Ve bu mesele hallolduktan sonra Hazreti Şeyh oğlunu çağırıp tenbih etmek lüzumunu bile hissetmedi. Hakikaten ondan sonra çocuk değil elindeki çivi ile sucuların kırbasını delmek, dönüp onlara bakmıyordu bile. Sucular keşke daha evvel durumu Şeyhe anlatsaydık. Şeyh oğlunu daha önce terbiye etmiş olurdu, dediler. (Alıntı) - Bizler Allah Teala’dan aslında hak etmediğimiz bir çok nimet istemekteyiz. Ve bu Dünya imtihan yeri. Allah’ın merhameti de, cömertliği de çok büyük. Ama bizler yeterince imanlı mıyız? Gerçekten Allah Rıza’sı mı istiyoruz? Yoksa en ufak dertte ah edip, şikayet mi ediyoruz? Lafla peynir gemisi yürümediğine göre, icraatımızı Rabb’imize göstermeliyiz ki derecemiz yükselsin ve sonsuz nimetlere hak kazanalım. Her nimetin bir külfeti olduğuna göre;
Allah Rızası’nın da ödenecek bir külfeti vardır. - Dünya hayatında kıymetli olanı verirsen kıymetli olanı alabilirsin. Ancak Allah Teala, yarattığından beridir bir defa rahmet nazarıyla bakmadığı kıymetsiz olan Dünya hayatı ile sonsuz olan Cennet nimetini değiştirebilecek kadar da samimiyetimiz yok mu?
- Merhamet ve af ederek Allah’ın bir veya bir çok kulunun kurtuluşuna vesile olabiliriz. Bundan sonra ancak Allah’tan merhamet isteyebiliriz. Kendi ibadetlerimizin karşılığı göz nimetini bile karşılamaya yetmeyecektir. Ahiret’te Allah’ın Rahmet’inden başka kurtuluşumuz yoktur. İlahi merhametten mahrum kalmamak ve günahlarımız ile baş başa kalmamak için;
Merhamet ederek merhamet dilenmeliyiz. - Allah’ın Rıza’sını kazanarak Cennet’i kazanabiliriz. Günahkarlardan gelecek olan hakkımız bizi kurtarmaya yetmeyecektir. Bir başka kuldan gelecek sevaplara göre, sırtına basarak, Cennet’e girmeye çalışmak yanlış bir hesaptır.
Evdeki hesap çarşıya uymaz. - Allah bize göre musibet, gerçek anlamda rahmet olan imtihanlar vermektedir. Verilen rızık günah işlemede kullanılmakta olabilir. Mal içerisinde haram vardır. Bu şekilde devam edecek olursak daha çok günaha batacağımız kesindir. Belki de İMAN’ımız gidecektir. Rabb’im bizlerden rahmet olarak sağlığımızı, ya da malımızı geri almış olabilir.
Her şeyin sahibi Allah’tır. İster verir, isterse alır.
Hiç bir şeyin sahibi olmayan bizler neye itiraz edebiliriz? İtiraz etmiş olsak, bu durum Allah’ın verdiği karara itiraz ve kabul etmemek olmaz mı? İbliste aynı şeyi yapmadı mı? Biz de aynı itirazı yaparsak ne yapmış oluyoruz? Anladık mı? - Haram bulaşmış mal, mülk, makam, itibar vs. nesillerimize sirayet edebilir. Bizim günahlarımızı çocuklarımız çekmek zorunda kalmış olabilir. Bu konuyla ilgili bir hikaye ekleyerek, daha anlaşılır olmasını umuyorum.
GÜNAHIN SİRAYETİ:
Horasanda namuslu temiz ve iffetli bir aile yaşıyormuş. Evin beyi kuyumcu, hanımı da ev işleriyle meşgul oluyormuş. Bir gün kadın sütçüden süt satın almak için her zamanki gibi kapının arasından süt kabını uzatmış. Ama sütçü çok farklı davranarak, kadının uzattığı elini şehvetle tutmuş. İffetli kadın, kendinden geçerek kabı sütçünün üzerine fırlatarak kapıyı kapatıp evine girmiş. Akşam beyi evine gelene kadar da gözyaşı dökmüş. Beyi eve geldiğinde büyük bir hırsla olanları ona anlatmış. Sonra da ona: “Söyle bakalım, bugün ne yaptın ki bunlar benim başıma geldi” demiş. Bu durumda beyi durumunu itiraf etmek mecburiyetinde kalarak şöyle cevap vermiş: “Doğrudur, hatun! İtiraf ederim ki, bu güne kadar hiç yapmadığım bir şey yaptım. Bilezik almak isteyen bir kadın ‘bileziği takamıyorum, bana biraz yardım eder misin?’ deyince, bileziği onun koluna takarken, sanki bilezik koluna zor giriyormuş gibi davranarak onun elinden biraz daha fazla tuttum. Anlıyorum ki senin başına gelenlerin sebebi budur” demiş.
Üsâme bin Zeyd radıyallâhu anh şöyle der:Kızı (Zeynep) Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’e haber göndererek:“–Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz!” dedi. Peygamber Efendimiz o esnâda ashâbıyla meşgul olduğu için:“–Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin!” buyurarak kızına selâm gönderdi. Bunun üzerine kızı, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e:“–Ne olur, mutlaka gelsin!” diye tekrar haber yolladı.Bu defâ Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, Sa’d bin Ubâde, Muâz bin Cebel, Übey bin Kâ’b, Zeyd bin Sâbit ve başka sahâbîlerle birlikte kalkıp kızının evine gitti. Çocuğu Hazret-i Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d bin Ubâde:“–Ey Allâh’ın Rasûlü, bu ne hâldir?” dedi. Efendimiz de:“–Bu, Allâh’ın, dilediği kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir. Zaten Allah Teâlâ ancak merhametli kullarına rahmet eder.” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 9, 11)Selam ve Selametle
Subscribe to Updates
Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.