Son yüzyılda gelişen popüler yaşamın tüm dünyaya enjekte ettiği zehirdir kullan-at kültürü. Ülkenin vergi alarak zenginleşmesi, küçük devletleri satın alacak kadar kapital güce sahip şirketlerin doğması, fazla ürünlerin pazarlanması ve insanların daha refah yaşaması için icat edilmiş ekonomik harekettir. Mendilin yerini peçeteler, ahşap ve metal oyuncakların yerini plastikler, yün yorgan ve yatakların yerini elyaf dolgular almıştır.
Kullan-at tüketimi, zamanla ekonomik pazarlama olmaktan çıkmış, kültür haline de dönüşmüştür. Ne yersek o oluyoruz ya, işte ne kullanırsak hayatımıza neyi dahil edersek bizde öyle oluyoruz. Maddi boyutunun ötesinde; sanat, siyaset, evlilik, dostluk, arkadaşlık, komşuluk ve insan ilişkilerimizin de değişmesine derinden etkisi olmuştur. Yiyecek sektörü hızlı servis ve yemek üzerine şekillendi. Sanat ürünleri çok hızlı tüketilir oldu. Anlayarak, derinlemesine hazmederek okumak yerine, sadece çok okumak teşvik edildi. Giyim nerdeyse tak-çıkar modeline dönüştü. Evlilikler ve sevgiler çok tez tüketildi. Her hazzı anında yaşa mantığı ile tüketime sevk edildi. Hayatımızın uzun sürmesi gereken tüm durumları aldığı darbeler ile dağıldı ve özgürlük adı altında bireysellik teşvik edildi.
Bizdeki gelişimi de biraz açıklayalım;
Batının zihin yapısı, bizleri duygusal bir millet olarak tanımlar. Bizler sadece insanlarla değil, tabiatla, hayvan ve eşyalar ile de duygusal bağlar kurarız. Kolay kolay vazgeçemeyiz. Astarı yüzünden pahalıya da gelse “aile bireyi” olan eşyalarımızı tamir eder kullanırız. Ya da baş köşede dantel örtüler ile sarıp sarmalarız.
Bir Avrupalı yazar, Türk İnsanını şöyle tarif etmiştir;
“Türk insanı az bir paraya eşek alır. Onun için ahır yapar, yem satın alır ve her gün temizliğini yapar. Ancak çok daha pahalı olan arabasını cadde kenarında yağmur, kar altında bırakır”
Gelin, mezara kadar kocasının yanında olma, damat ölene kadar evine sadık kalma niyeti ile evlenir. Bir yastıkta kocamak denir buna. Dostluklarımız, kıymetimiz ölene kadardır. Bizlerin duygusallığı, tüm yaratılmış olanlara da sirayet etmiştir. Tüm canlı, cansız varlıklar insana hizmet etmektedir ve Allah yaratmıştır. Bu nedenle bizler için değerlidir, kıymetlidir.
YARATILANI SEVMEK YARATAN’DAN ÖTÜRÜ (Yunus EMRE)
Malesef yukarıda olan cümlelerim, geçmiş zaman diliminden anlattığım birer hikaye olarak kaldı. Zamanla olaylara bakışımız değişti.
Evlilikler, olmazsa boşanırım; arkadaşlıklar ve dostluklar ihtiyacımız kadar, kız-erkek sevgileri; daha iyisi ile karşılaşana kadar, iş arkadaşlığı; aşılması gereken bir engel olarak tanımlanmaya başladı. Temelinde, değerlerimiz ÇIKAR İLİŞKİSİ ne dönüştü diyebiliriz.
Şimdi suçlu garip bir peçete mi? Fazla abartı olmadı mı?
Kullan-at malzemeleri ile hayatımızda değişim çok hızlanmaya başladı. Fast-food yiyecekler, t-shirtler, moda anlayışının manipüle ettiği tasarımlar tepeden düşerek hayatımıza girdi. Bazı duygularımızı ezdi geçti. Reklam sektörü ile beğenilerimize, ihtiyaçlarımıza, keyfimize başkaları karar vermeye başladı. Hayatımıza dahil edeceğimize biz karar veremez olduk. Kendi düşüncelerimiz, isteklerimiz silikleşti. Ünlü dediklerimizin tercihleri bizlerinde tercihi oldu. Bir dönem yaşanan Hürrem Sultan Yüzüğü çılgınlığı gibi. Beğenmezsen ayıplanır kıvamına geldik. Çocukluğumuzda oynadığımız bir oyun vardı; kendi çevremizde hızla dönerek başımızı döndürür sonra da ayakta durmaya çalışırdık. Oyunda olduğu gibi hızlı değişim başımızı döndürdü. Kendi ayaklarımızın üzerinde durmaya cesaret edemez olduk. Yani güdülen olduk. ŞARTLANDIRILDIK (Pavlovun Köpeği). Duygular köreldi. Bayramlıklara sevin(e)meyen bir nesil geldi. Tatmin olmayan, duygusal bağ kuramayan, kurulanlar da uzun ömürlü olmayan, her durumu HIZLI – GEÇİCİ (hızlı yaşa genç öl) olarak değerlendiren bir anlayış hakim oldu. Değerlerimiz ipi kopan tespih taneleri gibi dağıldı. İçerik değil görünüş itibar gördü (Ye Kürküm Ye). Asıl gitti suretler geldi.
Eşyayı değiştiren insandan, İnsanı değiştiren eşyaya dönüştük.
Bizlerde batı toplumları gibi derinlemesine bir bağ kuramayan, soğuk, duygusuz bir kitle haline geldik. Yaşadıklarımızın, gördüklerimizin, inanç ve ibadetlerimizin hakikatine ulaşamadık. Hep görünen bir yüz, takip edeceğimiz bir kul aradık. Bizleri yönlendirecek insanlar aradık. Kulları aradığımız kadar Allah’ı aramadık. Hakikati araştırmadık, kafa yormadık, gayret etmedik. Konforumuzu bozmadık.
Ve sonuç olarak ta;
Pinokyo Masalı’nda, okuldan ve çalışmaktan kaçıp Arzu Adasına giden, sürekli eğlence peşinde koşan çocukların eşeğe dönüşmesi gibi bizlerde;
Allah’ın Halifesi makamını terk edip, zevklerimizin altında ezilen eşeğe dönüştük.
Selametle