- ALLAH’A DEĞİL ŞEYTANA TESLİM OLMAKTIR.
- Şeytanın Allah’tan üstün olduğunu kabullenmektir.
- Allah’ın halifesi olan insanı aciz görmektir.
- Allah Teala’nın emrine karşı gelmektir.
- Allah’a güvenmemektir.
- Allah’ın dualarımızı kabul etmediğini düşünmektir.
- Allah’tan ümit kesmektir.
- Günahlarımızın Allah’ın affından büyük olduğunu düşünmektir.
- Ahiret Hayatını küçümsemektir ya da inkar etmektir.
- Allah’ın varlık ve gücüne iman etmemektir.
- Kendi canımızın sorumlusu olduğumuzu unuttuğumuz gibi , bize ihtiyacı olan tüm insanların da vebalini yüklenmektir.
- Allah’ın yasakladığı bir cürmü işleyerek diğer insanlara kötü bir örnek olmaktır.
- Sabır imtihanını kaybetmektir.
- Allah’ın hayatımızda kötü giden durumları bir anda değiştirebileceğine inanmamaktır.
- Yokluk-varlık, dert-derman, hastalık ve şifanın Allah’tan geldiğine inanmamaktır.
- ORMANLARIN KRALI ARSLANIN LEŞ YİYEN ÇAKALA YEM OLMASI DEMEKTİR.
Ümit, Allah’a inanmaktan ve güvenmekten kaynaklanan güçlü ve samimi bir
beklentidir. İnanç, ibadet ve iyi davranışlar sayesinde Allah’tan her zaman ümitvâr olunur.
İnsanın ümit ve beklentileri onu Allah ile irtibatını sürdürmeye sevk eder. İnsan, istediklerini
elde edememiş olsa bile, bu yolda ümit taşıdığı için rahat, huzurlu, kaygıdan uzak bir yaşam
sürme imkânı bulur. Allah’tan hiçbir zaman ümîdini kesmeyen mü’min, karşılaştığı bütün
sıkıntıları kolaylıkla aşar. Allah’a duyduğu ümit, inananın azim ve kararlılığını canlı tutar, hedef
ve amaçlara ulaşmada cesaretini destekler. Ümit, mü’minin ruh sağlığını korur, iyimser bir
kişilik sahibi olmasını sağlar (Kasapoğlu, 2007)
Üsâme bin Zeyd radıyallâhu anh şöyle der:
Kızı (Zeynep) Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’e haber göndererek:
“–Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz!” dedi. Peygamber Efendimiz o esnâda ashâbıyla meşgul olduğu için:
“–Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin!” buyurarak kızına selâm gönderdi. Bunun üzerine kızı, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e:
“–Ne olur, mutlaka gelsin!” diye tekrar haber yolladı.
Bu defâ Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, Sa’d bin Ubâde, Muâz bin Cebel, Übey bin Kâ’b, Zeyd bin Sâbit ve başka sahâbîlerle birlikte kalkıp kızının evine gitti. Çocuğu Hazret-i Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d bin Ubâde:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, bu ne hâldir?” dedi. Efendimiz de:
“–Bu, Allâh’ın, dilediği kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir. Zaten Allah Teâlâ ancak merhametli kullarına rahmet eder.” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 9, 11)
Selametle