Buna rağmen, gerçekten o içinizden nice nesilleri doğru yoldan saptırdı. Aklınızı kullanıp, ona göre davranmalı değil miydiniz? Yâsin / 62. Ayet
AKLETMEK NEDEN EMREDİLMİŞTİR?
Akıl, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliktir. Bu kelimeyi sıkça duymakla birlikte tam olarak doğruyu ifade etmemektedir. Akıl, cansız olan varlıklarda yoktur. Hayvanlar iç güdüleri ile hareket eder, ancak akılları ile hayatta kalırlar. Alet kullanma becerileri de vardır ve bunu ancak akıl varlığı ile yapabilirler.
Hayvanlarda da akıl varsa insanların hayvanlardan farkı nereden gelmektedir?
Konuya Akıl Yürüterek devam edelim. İşte bu cümledeki akıl yürütmek deyimi farkı ortaya koymaktadır. Yani İDRAK ETMEK. İnsan, bilgiyi değerlendirir, idrak eder ve sonraki nesillerine aktarır. Hayvanlarda idrak yeteneği yoktur. Bu nedenle, medeniyetleri ve sorumlulukları da yoktur.
Bu yazı nereye gidiyor?
Aklı olup, idraki olmayanların hayvan mertebesinde kaldığına gidiyor. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Görünüşü insan, ancak fikir ve zihin yapısında hayvan mertebesinde kalanların durumunu izah etmek istiyorum.
Allah Teala bu ayetlerinde açık bir şekilde bildirmiştir ki; aklını kullanmayan, akıl yürütmeyen, idrak etmeyen insanlar, hayvan mertebesindedir. Nefis, hayvan mertebesindedir, ruh Allah katından saf ve temizdir. İnsanların hayvan olarak görüldüğünü değil, nefis derecesinin hayvanlar ile aynı kefede olduğundan bahsetmekteyim.
OKUMAK VE AKLETMEK BAĞLANTISI NEDİR?
Akıllı bir insanı, imana götüren yolu kısaca yazmaya çalışalım.
Okumak bilgiye, bilgi akletmeye, akletmek idrak etmeye, idrak etmek ise İMANA götürür.
Burada dikkat edilmesi gereken konu, Akletmekten kasıt idrak etmektir. Akıl yürüterek kalbi tatmin noktasına ulaştırmaktır. Kalbi tatmin etmeyen her bilgi şeytana hizmet eden bir malzeme haline dönüşebilir. Çünkü şeytan kulağa fısıldayan, vesvese verendir. Vesvese olabilmesi için, kalbin açık kapıları olması ve tam olarak idrak etmemesi gerekir. Bu açık kapılar üzerinden tamamlanmamış bilgi kalbe yerleşir ve şüpheye neden olur. İman ile şüphe bir arada olamayacağına göre, şüphe geldiğinde iman gidecektir.
Kalpte, şüphe ile iman bir arada bulunamaz. Ya şüphe kalbi ele geçirir ya da iman. Ortası yoktur.
İşte tam olarak bu nedenle imanın kamil olması için şüphelerin yok edilmesi gerekir. Şüpheyi ortadan kaldıracak olan ise AKLETMEK yani İDRAK ETMEKTİR. Bunu da Allah Teala bizlere ayetlerinde örneklendirerek vermektedir. Varlığıma ve birliğime bu şekilde ulaşın demektedir. Hazreti İbrahim’in Aklatmesi gibi.
Allah Teala, Varlığına ve Birliğine AKLEDEREK ulaşmamızı istemektedir.
Bu nedenle Allah, bir çok ayetinde AKLETMEZ MİSİNİZ? sorusunu bizlere sormaktadır. Kainatın işleyişinden, yaşanan olaylara kadar değişik alanlardan örnekler vererek şüphenizi yenin ve şeytanın tuzağına düşmeyin demektedir.
ŞEYTANIN SİLAHI NASIL ETKİSİZ HALE GETİRİLİR?
Bir önceki yazımızda şeytanın en büyük silahının “ALLAHIN İLMİ” olduğunu söylemiştik. Allah’ın ilmini değiştirerek insanların kalplerine şüphe tohumları ekmekte ve bu şüphe ise imansızlığa götürmeyi amaçlamaktadır. İşte burada, bizlerin çok dikkatle Allah’ın İlmini öğrenmemiz ve hayatımıza geçirmemiz gerekmektedir.
Bizler, Allah’ın ilk emrini yerine getirerek bu yanlış düşünüş tarzına dur diyebiliriz. Şeytan felsefe ile Allah’ın akletme emrini de boşa çıkarmak istemektedir. Bizler, hem dinimizi hem şeytanın ne yapmak istediğini ve hem de pozitif ilimleri öğrenerek açık kapıları kapatarak şüphelerden kalplerimizi arındırmalıyız. İşe ilk emir ile başlamalıyız;
OKU YARATAN RABBİNİN ADIYLA !!!
Şeytan, felsefe ile Allah’ın akletme emrini boşa çıkarmak istemektedir.
Selametle.
AKLETMEK İLE İLGİLİ AYETLER;
Siz insanlara iyilik yapmayı emredip kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki ilâhî kitabı da okuyup duruyorsunuz. Hiç aklınızı çalıştırmıyor musunuz? Bakara / 44. Ayet
İnkârcılara: “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği zaman: “Hayır! Biz, atalarımızdan gördüğümüze uyarız” derler. Peki, ya ataları aklını kullanamayan ve doğru yolu bulamayan kimseler ise! Bakara / 170. Ayet
Allah’ın dâveti karşısındaki tavırları itibariyle kâfirlerin hâli, tıpkı çobanın çağrısını duyduğu halde, bu sözleri mânasız bir ses ve gürültü olarak algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Çünkü akıllarını kullanmazlar. Bakara / 171. Ayet
Siz ezan okuyup namaza dâvette bulunduğunuz zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Çünkü onlar, akletmeyen ve gerçeği anlamayan bir topluluktur. Mâide / 58. Ayet
Şüphesiz ki, Allah katında canlıların en şerlisi, ilâhî gerçekleri düşünüp anlamayan o sağırlar ve dilsizlerdir. Enfâl / 22. Ayet
Oysa Allah’ın izni olmadan hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Allah, akıllarını kullanmayanların kalpleri üzerine mânevî pislikler yağdırır. Yunus / 100. Ayet
Sonra geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Gerçekten bunda aklını kullanan bir toplum için nice ibretler, dersler vardır. Nahl / 12. Ayet
Bu inkârcılar, biraz olsun yeryüzünde ibret nazarıyla gezip dolaşmazlar mı? Eğer böyle yapsalardı, belki bu sayede akledip duygulanacak kalplere ve gerçeği duyacak kulaklara sahip olurlardı. Ne var ki kör olan, başlardaki gözler değil, gerçekte kör olan sinelerdeki gönüllerdir! Hac / 46. Ayet
Yoksa sen onların çoğunun gerçeği dinlediklerini veya akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar tıpkı hayvan sürüsü gibidir. Hatta izledikleri yol bakımından hayvanlardan daha şaşkın durumdadırlar. Furkan / 44. Ayet
İşte biz insanlar için böyle misâller veriyoruz. Fakat bunlar üzerinde ancak âlimler akıl yorar ve onlardaki gerçek mânaları anlayabilir. Ankebût / 43. Ayet
Buna rağmen, gerçekten o içinizden nice nesilleri doğru yoldan saptırdı. Aklınızı kullanıp, ona göre davranmalı değil miydiniz? Yâsin / 62. Ayet
Gerçekleri açıklayan bu apaçık kitaba yemin olsun! Zuhruf / 2. Ayet
Sonra şöyle hayıflanırlar: “Eğer uyarılara kulak vermiş veya aklımızı kullanıp gerçekler üzerinde düşünmüş olsaydık, şimdi şu çılgın alevli ateşin yoldaşları arasında bulunmazdık!” Mülk / 10. Ayet
O, aklı kullanarak imana ulaşmayı önerirken, özellikle yaratılışa, evrene ve evren içinde
gerçekleşen olaylara dikkat kesilmemizi bizden ister. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği
bilgisine, dolayısıyla imanına ancak bu suretle doğru bir şekilde ulaşılabilir. Esasen neyin
iyi ve doğru, neyin yanlış ve kötü olduğu bilginse bizi ulaştıran da akıldır.
Kur’an, imanın şekillenmesinde akla özel bir önem
atfeder. Nitekim Allah’a imanın bahis konusu edildiği hemen bütün Kur’an
ayetlerinde, akla, akletmeye, aklî tefekküre özel bir önem atfedilmekte; böylece iman için, aklın, aklî düşüncenin önemime özenle vurgu yapılmaktadır
akıl, Kur’an’ın kalp bağlamında söyledikleri de göz önüne alındığında görülecektir ki, iman için gerekli bir unsurdur.
O duyu organları aracılığıyla kendisine ulaşan bilgileri değerlendirerek doğru ile yanlışı ayırabilen, her türlü kavram ve fikirler arasında mukayeseler yapabilen; varlıkları, gaye, imkân ve ihtimal noktasından inceleyip onlar
hakkında doğru bilgiler ortaya koyabilen zihinsel bir güçtür.
O (Kur’an), düşünen, düşünce üreten; bilen, anlayan,
anlamaya çalışan, yani bir fonksiyon icra eden pratik aklın önemine özellikle
vurgu yapmaktadır. Çünkü ancak bu tür fonksiyonlar icra eden bir akıl, doğru
(hakk) ile yanlışı (bâtıl) birbirinden ayırt edebilir. Aynı zamanda insanı diğer
varlıklardan üstün kılan da işte bu tür bir işlevsel akıldır.23 Kişiyi doğru imana
ve bu imanın gereği ve uzantısı olan yararlı ve uygun (sâlih) eylem ve ahlâkî
davranışlara yönelten de esasen bu aktif akıldır
ibret almak (itibâr) olarak değerlendirmekte ve akıl sahiplerini bunu
yapmaya özellikle çağırmaktadır.25 Kur’an’ın akla yüklediği işlevsel görevlerden biri de akıl yürütmedir (nazar).
2 Kur’an’ın ifadesiyle vahyin
iniş yeri43 olan kalp, aynı zaman da “iman” ile, onun zıddı olan “inkâr”ın da
merkezidir.44 Kur’an’da geçen “kalb”, ayrıca anlama45 ve imtihanın46 da bir
merkezi olduğu gibi, bunlar dışında o, temizlik,47 tatmin olma48 ile; kin, öfke49
ve hastalık50 gibi olumlu-olumsuz pek çok faaliyetin de merkez alanıdır. Doğrusu kalp, akıl ve vicdanı da içeren bir kullanım alanına sahiptir
İman ve inkârın merkezi olan kalbin en önemli işlevsel özelliklerinden biri
şüphesiz akletmektir, düşünmektir.51 Dolayısıyla onun görevi derinlemesine
düşünmek, olayların önünü ve arkasını görmek; onların sebep ve hikmetini
anlamaktır.52 Çünkü gerçekte sahih ve sağlam bir imana ancak sağlam bir
akletme sonucu ulaşılabilir. Uygun (sâlih) insanî eylem ve güzel ahlakî davranışlar ise, ancak, temeli sağlam kesin (yakîn) bilgiye dayalı doğru bir imanın
tezahürleri olabilir
İslam literatüründe iman, tasdikin, yani Türkçe’deki ifadesiyle doğrulamanın, onaylamanın karşılığıdır. Dolayısıyla iman şüpheyi kaldırmaz. İmanın ve
dolayısıyla onunla aynı anlamı taşıyan tasdikin zıddı ise, yalanlama (tekzip)
ve inkâr anlamına gelen küfürdür. Haliyle küfür, doğru olanı inkâr anlamına
geldiği gibi; bir bakıma nankörlük ifadesi olarak doğru bir şeyin yalanlanması
anlamını da taşır.56
“İman”, “tasdik”; “tasdik” de bir bilgiyi doğrulamak olduğuna göre; bilgi,
“tasdik”ten, yani “iman”dan önce gelir. Dolayısıyla imanı, sağlam bir bilgi zemini üzerine inşa etmek esastır. Bununla birlikte, tek başına bir bilgi de insanı
mutlak bir imana ulaştırmayabilir. Dolayısıyla bilginin gerçek manada imana
dönüşebilmesi için, kalbin ve duyguların da devreye girmesi, aklın kabul ettiğini, kalbin de benimseyip içtenlikle tasdik etmesi gerekir. İman için akla dayalı
bilgi çok önemli olmakla birlikte, bu, tek başına yeterli değildir. O bilgiyi tasdike dönüştürmek gerekmektedir. Tasdik ise bir tercih meselesidir. Haliyle tasdik,
bilgiye göre daha özel bir mahiyet arz eder. Her tasdik elbette bir bilginin sonucudur; ama her bilgi, zorunlu olarak tasdiki, yani imanı doğurmayabilir. Çünkü
az önce de ifade edildiği gibi, iman, yani tasdik bir tercih sorunudur. Neticede
imanın, hem akıl hem de bilgi ile doğrudan sıkı bir ilişkisi vardır. Akıl bilgiyi
doğurur; bilgi ise insanı tasdike sevk eden en önemli unsurdur.57
Kur’an, imanı, Allah’ın varlığı, ahiret hayatı ve vahiy-nübüvvet bağlamında,
bir taraftan mantıkî, diğer taraftan ahlakî temeller üzerine inşa etmeye çalışır.
Böylece, tasdik, bilgi ve aynı zamanda mantıkî temelleri olan bir şey olduğu
için, mantığın veya varlığın temel ilkesi olan “yeterli neden” veya “nedensellik”
ilkesinden hareket edilerek evrendeki varlıklara dikkat çekilmek suretiyle “üstün deliller” ile bunlar üzerinde düşündürülerek gerçekleştirilmeye çalışılır.5
Kur’an, aklı kullanarak imana ulaşmayı önerirken, özellikle yaratılışa,
evrene ve evren içinde gerçekleşen olaylara dikkat kesilmemizi salık verir.
imana
ulaşmada aklın önemine vurgu yapması bakımından yeterlidir.
Kur’an, Allah’ın varlığı ve birliği inancına akıl yoluyla ulaşmamızı bizlere
önerirken; O’nun, yani Allah’ın Zatı üzerinde akıl yürütmemizi değil, yarattıkları hakkında düşünmemizi ve bu şekilde, buradan hareketle O’nun varlığı inancına ulaşmamızı bizden istemektedir. Çünkü bizler, gerçekte, Allah’ın Zatını
ve mahiyetini bilemeyiz. Bizler ancak, O’nun yarattıklarını müşahedelerimize,
gözlemlerimize dayalı akıl yürütme (istidlâl) ile kavrayabiliriz. Gözlemlerimiz
genelde duyu organlarının bir işi iken, gözlem ve tecrübelerimiz yoluyla ulaşabileceğimiz tümel sonuçlara ise ancak akılla, akıl yürütmeyle ulaşabiliriz.
Haliyle bizler gözlemlerimize dayanan bilgilerden hareketle bilinmeyene doğru
sistematik bir düşünce sistemi içinde Allah’ın varlığına ulaşabiliriz
Dolayısıyla akıl, iman için gerekli şarttır. Akıl olmadan sahih bir imanın
gerçekleşmesi mümkün değildir. İnsanın fıtratı da esasen bunu gerektirir.
Çünkü insan, başlangıçta küfür ve imana sahip olmaksızın yaratılmıştır. Tanrı,
insana akıl vermesiyle birlikte onu Kendine muhatap almış; imanı emredip
küfrü yasaklamıştır. Böylece insanlar da Tanrı tarafından kendilerine bahşedilen akılları sayesinde, kanıtlarıyla birlikte Allah’ın varlığını ve birliğini onaylamış olurlar ki, işte bu, onların imanıdır.6